Yayınlarımız

15.06.2017

Mesleki Bakışla Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk


Haziran/2012’de yasalaşan 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na göre Arabuluculuğun tanımı: Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyari olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemidir.

Yani özetlersek alanında uzman, tarafsız bir kişi vasıtası ile mahkeme süreci olmaksızın sulh olmaktır. Araştırmacılar arabuluculuğa “dostane müdahale” diyor. Bu dostane müdahale yakın gelecekte bazı davalar açılamadan zorunlu hale gelecektir. Dolayısıyla çok önemlidir.

Bu yöntem zamandan, paradan, emekten ve stres yükünden tasarruf sağlayan bir yöntemdir. Amerika’da 1913 yılından beri, Avrupa’da yaklaşık 50 yıldır, ortalama 170 ülkede uygulanan bu yöntem ülkemizde fiili olarak 3 yıldır uygulanmaktadır ve bu uygulama ile dava sürecine geçmeden uzlaşılarak kapanan 13.000’in üzerinde dosya bulunmaktadır.

Konunun biz Mali Müşavirleri ilgilendiren kısmı ise diğer ülkelerin aksine bizim ülkemizde arabulucu olma yetkisinin yasanın 20. Maddesinde belirtildiği üzere yalnızca Hukuk fakültesi mezunlarına verilmiş olmasıdır. Üstelik daha komisyon çalışmalarında Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın: ”Hiçbir bölüm, meslek ayırmamamız lazım. Liyakati olan herkesin bu uzlaştırmayı yapmasına imkân veren bir düzenleme yapmamız lazım” gerçeğini ifade etmesine RAĞMEN bu yasa onanmıştır.

Oysa arabuluculuk kanunu yönetmeliği madde 19 diyor ki;

1- Arabulucu keşif, bilirkişiye başvurma ve tanık dinleme gibi hakim tarafından yapılabilecek işlemleri yapamaz.

2- Arabulucu taraflara hukuki tavsiyelerde bulunamaz.

Yani arabulucu mahkeme yürütemez, adalet dağıtamaz, hukuk kurallarından ziyade uzlaşı kurallarını kullanır. Yani Arabuluculuk hukuk bilgisi ve teorik donanımdan ziyade taraflara ve konuya fiili hâkimiyetle ilgilidir.

Arabuluculuk kanunu madde 22’ye göre arabulucuya; Arabuluculuk temel bilgileri, iletişim teknikleri, müzakere ve uyuşmazlık çözüm yöntemleri ve davranış psikolojisi eğitimleri verilmektedir. Bu eğitimlerin hiçbiri “arabuluculuk” kavramını hukukun içine hapsetmiyor. Çünkü açık ki arabulucu Hukukçu değildir!

Uygulamadaki arabuluculuk kanunumuz ve yönetmeliğimiz bütünü itibariyle asla avukatlık mesleğini işaret etmiyor. Çünkü örnek alınan ülkelerin çoğunda arabuluculuk faaliyetini yalnızca avukatlar yürütmüyor. Bu da yasada zorlama müdahalelere sebep olmuş görünüyor. Bizim bu noktada amacımız Arabuluculuk yasasını uygulanabilirliği ve başarısı açısından olması gereken hale getirmektir. Bu bağlamda aşağıdaki ülkeleri örnek olarak vermek isterim.

Almanya’da Baro tarafından akredite edilmiş avukatlar, noterler, sanayi ve ticaret odalarının, birliklerin, meslek kuruluşlarının bünyesinde oluşturulmuş olan uzlaşma birimleri Arabulucu olarak görevlendirilebiliyor.

Avusturya’da Arabulucular listesine kayıt olabilmek için 28 yaşını bitirmiş olmak, mesleki uzmanlığa sahip olmak, güvenilir olmak ve sorumluluk sigortası yaptırmış olmak gerekmektedir.

Belçika’da Lisans mezunu olmak, mezun olunan alanda 2 yıllık iş tecrübesine sahip olmak ve eğitimleri başarıyla tamamlamak gerekiyor.

İngiltere’de kuruma kayıtlı arabulucuların yalnızca yarısı kadarı hukukçu, geriye kalanı niteliğine göre arabuluculuk yapıyor.

Daha örneğini vermediğimiz birçok ülkede arabuluculuk yetkisi hukuk fakültesi mezunlarınca sınırlandırılmamış hatta İngiltere’de yapılan bir araştırmada avukatların hukuk kurallarındaki tutuculuğunun arabuluculuk başarı oranını düşürdüğü tespit edilmiştir.

Mali Müşavirlerin Mesleki deneyimi, fiili ekonomiye hakimiyeti, işçi-işveren ve idare-işveren arasındaki tarafsız köprü olduğu hususu dikkate alındığında uzlaşı talep eden taraflarla iletişimi ve çözüm sürecine katkısı daha mümkün olacak, arabuluculuk müessesesinin başarı şansını arttıracaktır.

Bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir diğer husus uzmanlığın tanımıdır. Adalet Bakanlığı arabuluculuk Daire Başkanlığı arabulucu uzmanlık alanına “Genel Anlamda Arabulucu”diyor. Bu tanım liyakate uygun bir uzmanlık içermediği için uzlaşma talep edeni doğru yönlendirememesi açısından eksiktir. Bu eksikliğin bize bakan kısmı İş arabulucusu, Ticaret Arabulucusu, Finans arabulucusu, İnşaat arabulucusu gibi uzmanlık alanları belirlenmek suretiyle derhal çözülebilir.

Başka bir husus ise arabuluculuk eğitiminin hukuk fakülteleri, barolar ve Adalet akademisi tarafından verilmesidir. Yukarıda belirttiğim nedenlerden ötürü bu yönetmeliğin de zorlama bir uygulama olduğu kanaatindeyim. Gerekli olmaması bir tarafa yasa bükülerek ısrarla hizmetin kendisi gibi eğitimi de hukuk camiasına teslim edilmiştir. Oysa Arabuluculuk Daire Başkanlığı özel ve bağımsız bir sınav merkezi oluşturabilir, bu sınav merkezi yetkilendirmeyi tek elden yürütebilir. Böylece Adalet Bakanlığı çatısı altında arabuluculuk kurumu ve eğitimi özel bir kimlik kazanmış olur.

Sonuç olarak mesleki kaygılarla sınırlandırılmış olan uygulamadaki yasayı işlevsel, uygulanabilir ve başarılı kılmak adına güncellemek şarttır.

Maliye bakanı Naci Ağbal Kocaeli SMMMO salonunda yaptığı konuşmada; “Mali Müşavirlik mesleğini defter tutmaktan çıkaracağız” demişti. Bakanın bu açıklamasına paralel olarak arabuluculuk yasası kendi uzmanlık alanımızda mesleğin icrası açısından büyük bir fırsattır. Her meslek gelişen ve değişen koşullar ile itibar kazanırken Mali müşavirliğin yerinde sayması hatta bir takım usulsüz uygulamalarla gerilemesi söz konusu olmamalıdır.

SMMM AYŞEGÜL BAKAL

30.10.2018

Arabuluculuk Sistemine Destek Yasası


6325 sayılı Hukuk uyuşmazlıklarında arabuluculuk kanunu uygulanmaya başladığından beri beklenen zorunlu arabuluculuk uygulaması, 25.10.2017 günü resmi gazetede yayımlanan 7036 sayılı İş Mahkemeleri kanunu ile 01.01.2018 tarihinde yürürlüğe girecektir. Yani artık dava yükü ihtiyari değil zorunlu olarak hafifletilmeye çalışılacaktır.

Daha da açmak gerekirse İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz ve rücu davaları hariç olmak üzere tüm işçi-işveren uyuşmazlıklarında arabulucuya başvurmuş olmak dava şartı olacaktır.

Arabuluculuk sistemi elbette yalnızca işçi-işveren uyuşmazlıklarını içeren bir sistem değildir ancak sürecin %90’ının işçi-işveren uyuşmazlıklarından oluşuyor olması onu diğer alt başlıklardan ayırıyor ve tabii bağlamımızın İş mahkemeleri kanunu olması da.

Ekonomik tasarruf açısından sağlayacağı kazanç, zaman tasarrufu açısından sağlayacağı kazanç ve emek tasarrufu açısından sağlayacağı kazanç bir tarafa; İşçi ile işveren arasındaki nefrete varan kavgalara da son vermesi hasebiyle sosyal açıdan son derece önemli bir uygulamadır Arabuluculuk uygulaması. Dava sürecinde işçiyi işverene, işvereni de işçiye kırdırtan hukuk sisteminin getirdiği bireysel ve toplumsal küslüğü bertaraftır hatta. Tam da bu noktada dava süreçlerini uzatan ve taraflara ciddi maddi-manevi yük getiren hukuk sistemini ve bu sistemin uygulayıcılarını ayrıca irdelemek gerekmektedir. Ancak zülfiyare dokunmadan irdelenmesi mümkün olamayan bu sistemin olduğu gibi Arabuluculuk sistemine giydirildiğini özellikle vurgulamak da gerekir.

Halbuki sistemin başarısını sağlayacak olan en önemli unsur tarafların hem maddi hem de manevi açıdan kazanç sağlayacaklarını bilmeleri, uyuşmazlığın çözümü için gönüllü olmalarıdır. Bu da ancak uyuşmazlık konusuna, o konunun uzmanının bakışı ile sağlanabilir.

Sosyal ortamda sosyal hayatın uzmanı yaşlılardır. O yüzden hemen her köyün danışma meclisi kabilinde kurduğu bir ihtiyar heyeti bulunur. Bu heyette teknik donanımı ve bilgisi olan uzmanlar değil köyün en yaşlıları bulunur. Çünkü orada uzmanlık yaşanmışlıktır, tecrübedir. Arabuluculuğa konu olan işçi ile işveren arasındaki ilişki de doğası gereği buna benzerdir. Çünkü her iki taraf da çetrefilli olan hukuksal sürece hazırlanabilmek için yasal haklarını bilir. Kazanabileceği ve kaybedebileceklerini öngörür. Tam da bu yüzden onlara teknik ve hukuki bilgi ile birlikte, onların iletişim biçimini bilen, fiilen zaten aralarında hep köprü olmuş uzman kişiler gerekmektedir.

Kimdir bu uzman kişiler?

Eğer yalnızca bir kesime kazanç kapısı sağlamaya çalışıyorsanız yasanın tarif ettiği üzere avukatlardır.

Eğer yalnızca işlevsel, etkin, istikrarlı, adil ve güvenilir bir sistem sağlamaya çalışıyorsanız konusuna göre kendini özel olarak yetiştirmiş, geniş görüş ve bilgisi, becerisi olan kimselerdir.

Sosyal güvenlik, İş, Ticaret, Finans ve İnşaat konularında ise şüphesiz 3568 sayılı yasa ile yetkilendirilmiş Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlerdir.

SMMM AYŞEGÜL BAKAL

05.12.2023

Eğitilebilen İnsan


İnsan, doğadaki diğer tüm canlılarla aynı mekanik sistem içindedir. Bir farkla… Bilmek.

Doğada kendi kendisini eğitmek zorunda olduğu için “bilen” insanın, yerleşik hayata geçip sosyalleşmesi ve eğitimi kurumsallaştırması, fakat bu kurumu doğru işletememesi nedeniyle eğitimsiz kaldığı açıktır.

Eğitim olmadan algımızı yönetmeyi bilemeyiz. Algımız çevremizde olup biteni anlamlandırmada ve kavramları doğru değerlendirip hayata entegre etmede büyük rol üstlenir. İnsan, gözünün gördüğüne hükmetmeden önce algısını yönetip konuyu doğru anlamalı, bilmelidir. Örneğin eylemsel olarak zalimlik denebilecek bir hareketin aslında insani bir hareket olabileceğini düşünebilmeli insan. Ya da insani görünen bir davranışın zalimlik olabileceğini…

Modern insanın, yukarıda bahsi geçen kurumsal sisteme yani bilinip anlamlandırılmış (hazır) sisteme kafa yormadığı için düşünsel yetileri gelişmemiştir. İşte tam bu nedenle zaman zaman doğru ile yanlışı ayırt edebilecek durumu bile oluşmamaktadır. Bu doğru ile yanlışı ayırt edememe hali, insanın içinde bulunduğu toplumu virüs gibi sarıp bir zaman sonra hasta eder. Daha ileriki safhalarda ise yok eder. Geçmiş yok olmuş toplumlarla doludur ve gelecek bu toplumlarla dolu olmaya devam edecektir. Ta ki mekanikleştirdiğimiz kurumlarımızı işlevselleştirdiğimiz zamana kadar.

Amacı sosyal insanın ihtiyaçlarını olabilecek en organize şekilde karşılamak olan aile, eğitim, sağlık, adalet ve siyaset gibi kurumların hizmet göreni de hizmet vereni de insan olduğuna göre kurullar ve kurallar olmadan koordine çalışabilecek düzeyde olmayan insanın önceliği kendisini bilmek olmalıdır. Kendini bilen insanı bilir, insanı bilen insanlığı bilir. Ve insanlığı bilmek doğru değerlendirmeyi, doğru değerlendirmek doğru karar vermeyi, doğru karar vermek doğru seçim yapmayı getirir.

Seçimlerimizi insanı ve insanlığı yüceltmekten yana yapmalıyız. Bulunduğumuz kurumlarda hak üzere değerlendirme yapıp adil kararlar vermeliyiz. Ancak bu şekilde insan varlığına anlam katabilir, muasır medeniyetler seviyesine yükselebiliriz.

SMMM AYŞEGÜL BAKAL

08.05.2022

Ölüm Aylığı


Meslek mensubunun doğrudan iş kapsamında sayılamayacak olsa da hemen hepsinin muhatap olduğu sorulardan biri olan “Dul veyahut Yetim aylığı alma hakkım var mı?” sorusuna naçizane cevap verelim.
Öncelikle eş için “dul”, çocuk için “yetim” aylığı olarak bilinen ölüm aylığı kimlere bağlanır sorusu ile başlayalım. Ölüm aylığı, ölen sigortalının; Eşine, Çocuklarına ve Anne/babasına bağlanır.

Eğer;
30.09.2008 tarihinden sonra ölen sigortalı SSK’lı yani 4/1-a’lı ise; 5 yıllık sigortalılık süresi, en az 900 gün prim ödeme sayısı gereklidir.

Yine 30.09.2008 tarihinden sonra ölen sigortalı Bağ-kur veya Emekli Sandığı yani 4/1-b’li veya 4/1-c’li ise; Ölen kişinin en az 1800 prim gün sayısının olması gerekir.

30.09.2008 tarihinden önce ölen sigortalının da belirli aylık bağlanma koşulları bulunmaktadır ancak biz bu yazımızda değinmeyeceğiz.
Ölüm aylığı almak için başvuran hak sahibi 30.09.2008 tarihinden sonra ölen sigortalının Kız çocuğu ise; Yurtiçi ve yurt dışında sigortalı herhangi bir işte çalışmıyorsa, sigortalılığından ötürü gelir/aylık almıyorsa ve evli değilse ölüm aylığına hak kazanır. Kız çocuğu, ölen eşinden dolayı dul aylığı almaya hak kazanmışsa dul yahut yetim aylığı olarak bilinen ölüm aylıklarından yalnızca birini tercih etmek durumundadır.
Ölüm aylığı almak için başvuran hak sahibi 30.09.2008 tarihinden sonra ölen sigortalının Erkek çocuğu ise; Yurtiçi ve yurt dışında sigortalı herhangi bir işte çalışmıyorsa, sigortalılığından ötürü gelir/aylık almıyorsa 18 yaşına kadar, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşına kadar, yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşına kadar ölüm aylığına hak kazanır. Yaşı ne olursa olsun çalışma gücünü en az yüzde 60’ını yitirip malûl olan erkek çocuğu da ölüm aylığına hak kazanır.
Ölüm aylığı almak için başvuran hak sahibi 30.09.2008 tarihinden sonra ölen sigortalının Eşi ise; evli değilse ölüm aylığına hak kazanır. Aylık bağlanmış çocuğu yoksa, Yurtiçi ve yurt dışında sigortalı herhangi bir işte çalışmıyorsa, sigortalılığından ötürü gelir/aylık almıyorsa ve evli değilse %75 üzerinden ölüm aylığına hak kazanır.
Ölüm aylığı almak için başvuran hak sahibi 30.09.2008 tarihinden sonra ölen sigortalının Anne/Babası ise; Diğer hak sahiplerinden kalan hisse bulunuyorsa, her türlü kazanç ve irattan elde ettiği gelir asgari ücretin netinin altındaysa, diğer çocuklarından aldıkları gelir ve aylıkları hariç gelir veya aylık bağlanmamışsa ölüm aylığına hak kazanır. Anne/baba 65 yaşının üstünde ise gelir yönünden aynı şartları taşımakla birlikte artan hisseye bakılmaksızın ölüm aylığına hak kazanır.
Eğer ölen kişi sağlığında emekli aylığı alıyorsa dul ve yetim aylığı bağlanması için bu sayılan şartlar aranmaz.

Ölüm aylığı kabaca özetleyecek olursak;
Hak sahibi eş çalışıyorsa yahut emekli geliri bulunuyorsa %50, değilse %75
Eşle birlikte 1 çocuk hak sahibiyse eş %60, çocuk %30
Eşle birlikte 2 çocuk hak sahibiyse eş %50, çocuklar %25’er
Eş yok, 1 çocuk hak sahibiyse %50
Eş yok, 2 çocuk hak sahibiyse %80 (40-40)
Anne/baba hak sahibiyse %25
Son olarak ölen sigortalının hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanamıyorsa, ölüm tarihi esas alınmak kaydıyla hak sahiplerine toptan ödeme yapılır.

SMMM AYŞEGÜL BAKAL

15.12.2023

TÜRMOB Kadın Paneli Değerlendirmesi


5 Aralık Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının Verilmesinin 89. yıl dönümü etkinliği hk.

Dünya geçmişinde yaşanan onca talihsizliğe ve kültürel anlamda belli zamanlarda, belli toplumlarda kadının yaşadığı onca ezilmişlik örneğine bakıldığında, günümüzde, kadın ve erkek arasında bahse konu edilebilecek her türlü eşitsizliğin reddedilmesi gerekliliği açıktır. Köklü bir kültürel tarihi olan ülkemizde geçmişten bu güne seyreden “kadın” sürecine baktığımızda inişli çıkışlı dönemler olduğunu görmekteyiz. Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni, rejim değişikliği ve inkılaplar ile muasır medeniyetler seviyesine çıkarmayı arzu eden ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, 1930 itibarıyla parça parça kadına tanıdığı yasal haklara, 05 Aralık 1934 günü anayasa ve seçim kanununda yapılan değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme hakkını eklemiştir. 89 yılda henüz istenilen düzeye getirilemeyen kadın hakları için gerek hukuksal gerek siyasal gerekse dini mücadele devam etmektedir.

Günümüzde kadının sosyal hayatın her aşamasında varlık göstermesi, onun anayasa ile korunan hakkı ile birlikte mücadelesini daha da güçlendirmiştir. Kadın hakları günü zaman zaman sivil toplum kuruluşları aracılığıyla coşkuyla kutlanmış, zaman zaman da bireysel protestolarla bazılarına anlatılmış, bazılarına hatırlatılmış, bazılarına ise öğretilmiştir.

5 Aralık Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 89. yıl dönümü Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Birliği olan TÜRMOB tarafından organize edilen “Kadın Paneli” ile 2023 yılında ilk kez kutlanmıştır. Bu panele Türkiye’nin her bir ilinden katılım sağlayan yaklaşık 300 kadın mali müşavir izleyici olarak, yaklaşık 15 kadın mali müşavir de panelist olarak katılım sağlamıştır. İzleyici her mali müşavirin kâh anlatma kâh hatırlatma kâh öğretme maksatlı bu panele coşku ile iştirak ettiği ve toplumsal farkındalığın artışına katkı sağlayacağını umduğu panelde saygı ve mutlulukla yer aldığı tartışmasızdır. Ancak birçoğu yönetici olan panelist kadınların bazılarının sunumlarının maksadını aştığı, hatalı ve yanlış bilgilerle siyasi göndermelerin çokça yapıldığı, İslam dininin kasıtlı olarak örselendiği, karşı cinsin anlamsızca ve genelleştirilerek itilip kakıldığı izlenmiştir. Daha ilginci, birlik başkanı ve sekreterinin yine anlamsızca övülerek parlatıldığının izlendiği bu panelde kadın hakları konusunun kadınlarca ne düzeyde anlaşıldığı kocaman bir soru işareti olarak izleyicinin dimağında kalmıştır.

Teker teker konu edilecek olursa, hemen her siyasi görüşten katılımcısı bulunan bir panelde, siyasi görüşünü dikta etmek, sübjektif olan kanaatlerle katılımcıyı üzmek ve kızdırmak anlayış gösterilebilecek bir husus değildir.

Yine İslam dininin kadının sosyal, siyasal, hukuksal hakları hakkındaki uygulama ve kuralları konusunda hiçbir çalışması bulunmayan panelistin, sübjektif kanaatleriyle katılımcıyı üzmesi ve kızdırması anlayış gösterilebilecek bir husus değildir.

Kadının ve kadın haklarının ön plana çıkarılmasının olağanlığının yanında erkeklerin bütünsel olarak hırpalanmasının olağandışılığı, yine sübjektif olan kanaatlerle katılımcının üzülmesi ve kızdırılması anlayış gösterilebilecek bir husus değildir.

Tüm bu hadsizliklere bir de hemen her panelist ve yirmiye yakın konuşmacının TURMOB yönetim kurulu başkanı ile sekreteri olan iki erkeği lüzumundan fazla öven sözleri tetkike muhtaçtır ve abesle iştigaldir.

İyi niyetle yapılmasının arzu edildiğinden kuşku duyulamayacak panelin, izleyicilerin gözüne sokulan bu olumsuzlukları barındırması birkaç soruyu akla getirmektedir. Mesela kendini güçlü varsayan kadının, “evrimsel içgüdüyle bilinçaltında hala güçlü olan erkeğe hayranlık duyması ve yüceltme isteğinin engellenememesi mi?” ya da “henüz yeterince güçlü olmadığını düşünerek daha da güçlenmesini yine yüksekte gördüğü erkeğe bağlaması mı?” ve ya “ -güç- kavramını ekonomik özgürlüğünü eline almaktan ibaret sayması mı?” Bu soruların yanıtları için ciddi sosyolojik ve hatta psikolojik bir incelemeye muhtaç olunduğu açıktır. Aksi halde kadın hakları ile hiçbir alakası bulunmayan “laiklik” kavramına panelistlerin bir kısmının sımsıkı sarılması yalnızca dindarlara karşı olan nefret altyapısı barındıracaktır ki bu da izleyiciye, “Ne amaçlanıyor bu panelle?” sorusunu kaçınılmaz olarak sorduracaktır.

Bireylerin görüşlerini kontrol edebilmenin mümkün olmadığının farkındalığıyla kurumsal yapıların bireylerin ayrıştırıcı, bölücü, sosyolojik değerlendirmeden uzak görüşlerini uygun bir zemine getirmesi gereklidir. Hiçbir kurum, üyesi bulunan binlerce kişinin değerlerine saygısızlık yapılmasına müsaade etmemelidir. TURMOB, 5 Aralık kadın panelini eline yüzüne bulaştırmıştır ki zaten her odadan, neye göre belirlendiği belli olmayan sayıda(!) kadın katılımcı davet edilmesi, organizasyonun başka bir başarısızlığıdır.

Kadınların binyıllardır hem hükümdarlık hem de kölelik yaptığı dünyamızı iyi incelemeli ve ülkemizde anayasal hakları bulunduğu halde, maalesef sosyal ve kültürel geri kalmışlıkla yok sayılan kadınların hakları samimiyetle savunulmalıdır. İdeolojiler ve saplantılar değil, doğru bilgiye dayalı, tarafsız, şeffaf ve Türk kadınına yaraşır bir anlayışla dünya ve ülke gerçekleriyle bağdaşan bilgiler izleyiciyle buluşturulmalıdır.

SMMM AYŞEGÜL BAKAL